İrem Çiçek
BABA BENİ ÖNCE AVUKAT YAPTIN ŞİMDİ YAZAR! SIRADA NE VAR? İrem Çiçek, “Islak imza davası” olarak tanınan davada tutuklu yargılanan Albay Dursun Çiçek’in kızı. O henüz 25 yaşında ve yeni mezun bir avukat. İlk işi de babasını savunmak. Babasının avukatlığını üstlenmekle kalmadı, bir de kitap yazdı; “Kışladan Hasdal’a / Albay Dursun Çiçek Vakası”. GÜL MEVSİMİ: BABAM BU GÖRÜŞTE BAHAR DALI VERDİ Ben her hafta babamı ziyarete gidiyorum avukat olarak. Annem bunaldığı için kapalı görüşlere gitmek istemiyor. Arada cam var, eşine dokunamıyor, telefonla konuşuyor. O nedenle annem, her ayın ilk cuma günü olan açık görüşlere gidiyor. Nisan ayıydı babam tutuklandığında. Her yanına gittiğimizde mutlaka bir gül koparır, dikenlerini temizler görüşe o gülüyle gelirdi. İncedir kendisi. Bu gittiğimde bir erik ağacının çiçekli küçük dalını verdi. Dedi ki, “Artık yeni bir gül mevsimini burada görmek istemiyorum İrem.”. Çünkü her gün tutukluluğu bitecekmiş gibi kalkıyor. Fakat yine geliyor gül mevsimi. İnşallah artık insanlar adaletle hükmetmeyi, tahliyelerden sıkıntı duymamayı öğrenirler. Babamı tutuklayan hâkimler terfi etti, tahliye eden hâkim sürüldü. Babam hakkında lehe karar verenler, dokunanlar yanıyor, aleyhe dokunanlar ise mükâfatlandırılıyor. İSTİFA EDİYORDU: MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞINDAN VAZGEÇİRDİM Babam bu dava ilk ortaya atıldığı zaman muvazzaf subay olduğu için konuşamadı. Kendini savunamadı. Babam, askeri üniformayla yeterince karşılık veremediğini düşündü. “İstifa edeceğim sivil olarak mücadeleme devam edeceğim. Milletvekili adayı olacağım” dedi. Fakat MHP ve CHP, renk vermiyordu. Çankaya’dan bağımsız aday olmaya karar vermiş, istifa dilekçesini yazmış. Dilekçe vermenin son günüydü. Bunu telefonda söyleyince apar topar yanına gittim. “Bu seçimler çok kritik. Bir sonraki seçimlerde dışarıda olursun, birlikte çalışırız” dedim. O sırada görüşten çıkan tutuklu yakınları bizi görünce “Merhaba komutanım, nasılsınız” dediler. Babam da dedi ki, “Bak İrem bu insanlar inanıyor bu davanın sanal olduğuna”. Hemen gittim o insanların yanına. “Seçim sandığına gittiniz Dursun Çiçek bağımsız aday. Oy verir misiniz” diye sordum. “İrem, oylar bölünmez mi kızım” dediler. Bunu birebir yaşayınca babam farklı düşünmeye başladı, o gün adaylıktan vazgeçti. AVUKATLIĞIM: HIZLI ÖĞRENDİM BABAM SAĞOLSUN Bu süreçte babamın psikolojisini o kadar yoğun yaşadım ki artık aldığım her davada karşımdakini babam gibi görüp, ona destek ve moral vermek için cezaevinden çıkamayan bir avukat haline gelebilirim. Aslında uzmanlık alanım ticaret hukuku. Fakat şimdi pratikte ceza hukuku, teoride ticaret hukuku gibi oldu. Duruşmada konuşma sanatını öğrenmek anlamında iyi de oldu. Heyetin karşısına çıkmak kolay değil. Bir bakıyorsunuz karşınızda yılların tecrübeli avukatları var ve siz orada genç bir avukatsınız. Avukat Celal Ülgen ile girdiğim ilk duruşmalarda stajyerdim, cümleler boğazıma geliyor, yutkunuyordum. Konuşma hakkım yoktu çünkü. Artık ben konuşuyorum. Diğer avukatlardan olumlu değerlendirmeler alıyorum. Hatta bir avukat var ıslak imza davasına giren. Kızı da hukukta okuyormuş. Bana dedi ki, “Benim kızım ‘Neden sen de tutuklu değilsin, ben de İrem gibi bir avukat olmak isterdim’ diyor.” Gerçekten ben avukatlığı biraz hızlı öğrendim, babam sağ olsun. İlk olarak babamın tazminat davaları ve suç duyurularıyla başladım. Çoğu temyiz aşamasında. Bir tek Mehmet Altan’ın davası aleyhimize kesinleşti. Ankara’da başka davalarım da var. Ankara Üniversitesinde yüksek lisansa devam ediyorum. GİZLİYORUZ: BABAANNEM HÂLÂ BİLMİYOR Babaannem, oğluyla ilgili gelişmeleri, tutuklu olduğunu bilmiyor. Biz bunları ondan saklıyoruz. Okuma yazması olmadığı için gazeteleri eline almıyor. Televizyon haberlerini kesinlikle açmıyoruz evde. Babamın cezaevinden haftada on dakika telefon görüşme hakkı var. O on dakikayı aile fertleri arasında paylaştırıyor, mutlaka babaannem ile görüşüyor. O babamın Amerika’da görevde, kardeşim Deniz’in yanında olduğunu sanıyor. Deniz de aradığında babamın selamını söylüyor. Babaannemin hayatı zaten hastane ile ev arasında geçiyor. O 78 yaşında ve lenf kanseri. Böbreğine bağırsaklarına tüm organlarına yayıldı. İki defa ameliyat geçirdi, şimdi kemoterapi görüyor. Durmadan “Babam için dua et” dememizden hissetmiş olacak ki, geçenlerde “Bir şey mi var, Dursun’u iki yıldır görmüyorum” dedi. Öyle bir şey yok dedik tabii. HARP OKULU: BABAM HUKUK FAKÜLTESİ’NE DÖNÜYOR Babam bir köy çocuğu. Ailesi imam hatip’e gitmesini istiyor. Babam da isyan ediyor, bir süre ailesiyle konuşmuyor. Köy öğretmeni çok destek oluyor. Sivas Yıldızeli Pamukova öğretmen okuluna gidiyor. Annemle de orada tanışıyor. Veteriner Fakültesi’ni kazanıyor, fakat maddi olanaksızlıklardan dolayı oraya gidemiyor. Deniz Harp Okulu ilanlarını görünce son gün oraya başvuruyor. Kurumuna bu yüzden de çok bağlı. Her zaman bunu dile getirir, “Beni onlar yetiştirdi” der. Şimdi çıkan aftan yararlanıp hukuk fakültesine dönüyor. Henüz kaydını yaptırmadık ama temmuza kadar süresi var. Önümüzdeki dönem hukuk fakültesine devam edecek. Birinci sınıfta kalmıştı, oradan başlayacak yeniden. HUKUK FAKÜLTESİ: ÜNİVERSİTE SINAVINDA BAYILDIM Subay çocukları malum çok yer dolaşır. İstanbul doğumluyum; İzmir, Ankara, İstanbul, İskenderun arasında dolaştık. Babam Şırnak’a şark görevine gitti iki yıl. O zaman bizi yanında götürmedi. Üniversite sınavına girdiğim, İskenderun Lisesinde benim 12. okulumdu. Derslerim çok iyiydi. Reklamcılık ve halkla ilişkiler okumak istiyordum. Demek üzerimde büyük bir baskı oluşmuş. Sınav başladığı anda birden inanılmaz bir kalp çarpıntısı başladı. Matematik ve Türkçe sorularını işaretliyorum. Fakat ne yaptığımın bilincinde değildim. Beş on dakika sonra bembeyaz bir hal aldım. Gözetmen bayan yanıma geldi, “Ne istiyorsun bu kadar heyecan yaptın” dedi. Hani reklamcılık dersem puanı düşük bu kadar heyecana ne gerek var diyecek diye hukuk dedim. Sonra dayanamadım kalktım, tam sınav kapısının orada küt diye düşüp bayıldım. Öğretmenler odasında yatırdılar, kolonyalar falan. Sınava geri döndüm ama 303 puan aldım. Babamlar da “Aynı sıkıntıyı bir daha yaşama” dedi. Zaten onların içinden hukuk geçiyordu. Başkent Hukuk Fakültesine yazıldım. 2009 mezunuyum. Mezuniyet töreninde babam tutuklanmamıştı, süreç yeni başlıyordu. Annem ve babam özellikle geç geldi. Onlar geldiğinde herkes yerine oturmuş, gazeteciler gitmişti. Avukatlık ruhsat töreninde babam tutukluydu. Babama haber vermedim tören olduğunu. Çünkü üzülecekti, özel günlerde hep yanımda olmuştu. Tam törenden önce bir gazeteci aradı. “Babanız GATA’da mı?” Ben şok! Nasıl yani? Hemen Celal Beyi (Ülgen) aradım. Sağ olsun, apar topar GATA’ya gitti. Babamın dişinde apse olmuş, o yüzden diş doktoruna gitmiş. Törene üç dört dakika kala aradı. “Baba. niye haber vermedin?” dedim. “Nereden bileyim orada gazeteciler olduğunu. Sen nasılsın neredesin” dedi. Törende olduğumu söylemek zorunda kaldım. “Baba artık avukat oluyorum seni savunacağım” diye pozitif yaklaştım. AİLEMİZ: BİRLİKTE EĞLENCELİ GEZİLERE ÇIKARIZ Aile konusunda çok şanslıyız. Stresle bile olabildiğince gırgır geçen ve kendini minimum seviyede yıpratan bir aileyiz. Ailecek her sene bir yeri gezeriz. Mesela bir sene Ankara’dan çıkıp, Karadeniz, Gürcistan, Azerbaycan dolaşırız. Bazen Avrupa turu atarız. İnip Frankurt’ta araba kiralayıp hadi nereye gidiyoruz deriz. Deniz’in okuduğu rehberleri takip edip bazen saçma sapan yerlere girdiğimiz de olmuştur. Her sene bu gezileri sabırsızlıkla beklerdim. İki senedir yapamıyoruz. Ailemizde kimse kimsenin üzerinde baskı kurmaz. Deniz’in okul döneminde “AB’ye girelim”, “19 Mayıslar statlardan kalksın” şeklinde çalışmaları oldu. O Sabancı, ben Başkent Üniversitesinde okuyordum. Dolayısıyla ben Deniz’e kıyasla Atatürkçü düşünceye daha yakın, daha milliyetçiyim; laiklik, demokrasi ve cumhuriyet değerlerini daha üstte tutuyorum. Ailemizde Atatürkçülük ve milliyetçilik sıralamasında annem ve ben önde geliriz. KIŞLADAN HASDAL’A: HEDEFİM SORU İŞARETLERİNİ YOK ETMEK Neden kitap yazdım? Silivri çok uzak bir yer. Bir blog açtık internette dursuncicek.wordpress.com diye, orada duruşmaları anlatmaya çalışıyoruz fakat çok kısıtlı insana ulaşıyor. Gazetelerde küçük haberler çıkıyor. Böyle olunca Silivri duruşmaları gözlerden uzak yapılıyor. Babamın ilk başta bir talebi olmuştu. “Madem Ergenekon adını verdiğiniz bir yapılanma olduğu kanaatindesiniz. Duruşmalar canlı yayınla televizyondan verilsin ve bu yapılanmayı herkes izlesin.” Aslında duruşma salonunda avukatınızla konuşmanızı bile algılayabilecek hassasiyette dört kamera var. İnşallah bu CD’ler bir gün ortaya çıkar. Önemli çünkü orada anlatılanlar. Babamın önerisi reddedilince ben de duruşmaları kitaba taşımak istedim. Aklımdan geçmezdi kitap yazmak. Zaten “Kışladan Hasdal’a” adlı kitabımı babama imzalarken, dedim ki, “Beni önce avukat yaptın şimdi yazar! Sırada ne var?” Gerçekten bu süreç beni hızlı büyüttü. Bu kitapta sürecin başından beri tuttuğum notları derleyip topladım. İlk imza günümüz 23-24 Nisan’da İzmir Kitap Fuarında. Kitapla ilgili güzel tepkiler alıyorum Facebook ve Twitter’dan. Eleştiri ve soruları da bekliyorum. İnsanların kafasındaki soru işaretlerini yok etmek hedefim. HASDAL’DA ZİYARET: KOŞANER BABAMI SORMUŞ Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve kuvvet komutanlarının, Balyoz davası sanığı subayları Hasdal cezaevinde ziyaret etmeleri normaldi. Demek ki personelinin suçsuz olduğuna inanıyor ki onların arkasında. Fakat o gün babam Balyoz davasından tutuklanmak üzere Beşiktaş adliyesine götürüldüğü için görüşemediler. Ama babamı da sormuşlar. Çünkü Koşaner babamı da tanıyor. Birlikte Şırnak’ta görev yaparken çekilen fotoğrafı kitaba koyarken kendisinden izin almadım. Görüşebilseydim soracaktım. Fakat alt personeliyle görüşme imkânı buldum. Bu sürecin bir komplo olduğuna inanan, sıkıntılı bir yüz ifadesi var hepsinde. “Bizim başımıza da gelebilirdi” diyerek destek veriyorlar. Ama yapılacak çok şey vardı. Bir kere Gölcük Donanmaya o belgeleri koyanı, ihbarcı subayı bulabilirlerdi. Başbakan Erdoğan üç defa açıklama yaptı babamın da ismini ağzına alarak. Üç gün sonra da babam tutuklandı. Bu müdahale olmuyor da Genelkurmay açıklama yapınca niye yargıya müdahale oluyor? Hani lunaparklarda kafasını kaldırana tokmakla vurulan bir oyuncak vardır ya onun gibi oldu. Deniz Kuvvetlerinde taş çatlasa 50-60 personel kalmıştır ismi geçmeyen. Artık irtica tehdit değil. Genelkurmay’da bilgi destek daireleri lağvedildi. Aslında bu dört sayfalık belgeyle istedikleri birçok hedefe ulaştılar. Daha yetinmiyorlar, herhalde yapacakları çok şey var. SENARYO YAZDILAR: DAVADA ÜÇ DURSUN ÇİÇEK İLE TANIŞTIK “Duruşma kapısına astığınız vicdanlarınızı mahkeme salonuna da getirin lütfen” dedim bir duruşmada. O hâkim ve savcıların, babamın o planı hazırlamadığını bildiğine inanıyorum. Çünkü ne talep ettilerse her şey babamın lehine gelişti. Hatta o kadar saçmaladılar ki, üç farklı Dursun Çiçek ile tanıştık bu dosyada. Biri Erzincan’da otelde kalan, ikincisi Ankara’dan Erzincan’a uçan Dursun Çiçek. Üçüncüsü de “İrtica ile mücadele planı” Taraf’ta yayınlanmadan altı ay boyunca yanlışlıkla telefonu dinlenen Dursun Çiçek. Oysa iddianamede her şey 12 Haziran’da başlıyor, ondan öncesiyle ilgili suçlama ya da delil yok. Babam çok önceden sanık koltuğuna oturtulmuş. Şimdi onun üzerine yazılan senaryoları oynuyoruz. Belgenin önce fotokopisini ortaya attılar. Şaka gibiydi. Bir ağızdan kamuoyu Dursun Çiçek’i konuşmaya başladı. Fakat bürosunda bulunan fotokopi metinde Serdar Öztürk’ün parmak izi yok. Islak imzalı olduğu öne sürülen belgede de babamın parmak izi yok. İhbarcı, belgeyi babamın Genelkurmay’daki dolabından aldığını söylüyor. Ne yapmış bu adam? Eldiven takıp mı dolabına koymuş bu belgeyi? Belgenin üzerinde 14 kişinin parmak izi var ama onların tespiti yapılmadı. Zaten ilk ihbarcı da bir kuruyemişçi çıktı. DAVA DURDU: İDDİANAMEYİ GÖZYAŞLARI İÇİNDE OKUDUM Askeri savcılık önce kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi. Orgeneral Başbuğ, bir açıklama yaptı ve “Bu bir kâğıt parçasıdır” dedi. Fakat aradan dört ay geçtikten sonra belgenin orijinali olduğu iddia edilen bir şey gönderildi. Genelkurmay, o belgeyi incelemeden bir anda internet sitesinden “Yeni delil ve emareler bulunmuştur” diye açıklama yaptı. Bu gelişmenin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un yaptığı üçlü zirve ile bağlantılı olduğuna inanıyorum. Islak imza davasında Genelkurmay’ın yapabileceği çok şey vardı. Askeri savcının iddianamesini ben gözyaşları içinde okudum. İlk 40 sayfasında iddialar delillerle çürütülüyor. Fakat sonra bir cümle konuyor. “Dursun Çiçek terfi edemediği için bu belgeyi sızdırmıştır.” Babam istese terfi edemez çünkü deniz piyade tek kadrolu. Hem bu adam şizofren mi, oturmuş kendi başına bir belge hazırlamış bunu da basına vermiş? Üstelik mağdur olan, tutuklanan da kendisi! Böyle bir belge yoktur, hazırlanması için verilen emir de yoktur. Hatta “Hasan Iğsız ve diğer subayları çağırın dinleyin” diyoruz. Mahkeme bu talepleri karşılamıyor; dava duruyor, ne ileri ne geri. Ama babam tutuklu. Tek kişilik cunta olarak kaldı orada. ISLAK İMZA: İMZASINI DEĞİŞTİRMESİ BİR ÖNLEMDİ Islak imzanın babama ait olduğu kabul etmiyoruz. Hâlâ bağımsız uzmanlardan oluşacak bir kurulun imza incelemesini istiyoruz. Bu imza bize ait olsa inatla bunu istemeyiz. Fotokopi belge çıktığında Adli Tıp, jandarma, Tübitak, fotokopi olduğundan incelenemez, bu kolay bir imza diyor. Bir tek Emniyet Kriminal el ürünüdür raporu veriyor. Dört ay geçiyor, orijinal olduğu iddia edilen belge ortaya atılıyor. Savcı hemen ertesi gün bu belgeyi bunu Adli Tıp’ta üç kişilik bir heyete verip, el ürünüdür diye rapor alıyor. Ve babamı tutuklatıyor. Buna itiraz edince babam oybirliğiyle tahliye ediliyor. İtirazlar sonucunda rapor adli tıpta 11 kişilik kurula giriyor. Üçü ilk raporu veren, diğer üç kişi ise 15 gün önce imza yetkisi verilmiş üç genç uzman. Ancak rapora 10-15 yıllık deneyimle diğer dört uzman muhalefet şerhi koyuyor. Şerh gerekçeleri imzanın çok basit olması. Babamın imzasını değiştirmesinin sebebi, üretilecek yeni projelere karşı önlem. Askeri savcıya söyleyerek değiştiriyor imzasını. “50 yıldır kullandığım imzamı değiştireyim de kurtulayım” demek için salak olması lazım bir insanın. Yeni imzası daha zor, altına da tarih atıyor. Hatta bu durum onda psikolojik olarak öyle sıkıntı yaşattı ki eski imzasını atamıyor bile. Bir insansınız ve dört sayfalık ucube bir kâğıtla hayatınız bir anda değişiyor. Siz ne yapardınız? FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 24 NİSAN 2011